TBMM BAŞKANI ŞENTOP, SBÜ FAHRİ DOKTORA TEVDİ TÖRENİNDE KONUŞTU
TBMM Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop, “Milletlerin karakterleri üstü örtülü tarihleridir; milletlerin tarihleri örtüsü açılmış karakterleridir. Milletimiz, bilhassa gençlerimiz tarihlerini, ilim ve fikir tarihi bakımından da gerçek bilgilerle tanıdıkça bugün ve yarın çok daha büyük ve önemli işler yapma kudretini kendilerinde bulabileceklerdir.” dedi.
Şentop, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin kuruluşunun 118. yıl dönümü vesilesi ile Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nce (SBÜ) düzenlenen Fahri Doktora Tevdi Töreni’nde konuştu.
Cenabıhakk’ın “eşrefi mahlukat” olarak yarattığı insana bahşedilen hayatı korumak için devlet olarak gerekli tedbirleri almak zorunda olduklarını belirten Şentop, bunun devlet geleneğinin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturunun kendilerine yüklediği en önemli vazife olduğunu söyledi.
Bütün dünya ülkeleriyle birlikte Türkiye’nin de içinden geçtiği salgın günlerinin aslında “sağlıkla imtihan” günlerine dönmüş vaziyette olduğunu ifade eden Şentop, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Korona salgını, hangi devletlerin insanı hayatın merkezine aldığını göstermesi açısından bir turnusol kağıdı işlevi görmüştür. Ülkemiz hem devlet olarak hem de sağlık kurumları olarak bu imtihanda başarılı olan ülkelerin başında gelmektedir.
Salgının meydana getirdiği menfi dalga neticesinde bazı ülkelerde marketlerin yağmalanmasına, maske ve ilaç savaşlarına şahit olduk. Hatta kendini insan hakları ve demokrasinin yegane merkezi olarak gören ülkelerin tüm insani ve ahlaki değerleri ayaklar altına alarak başka ülkelerin parasını ödeyip satın aldıkları tıbbi malzemelerine zorla el koyduğunu da gördük. Bu salgının ortaya çıkardığı belki de en önemli gerçek, Batılı insan ve ahlak söylemlerinin göz boyayan paradigmasının büyük zaaflarını bir kez daha acı bir şekilde orta koymasıdır; medeniyetimizin insanı ve hayatı merkeze alan anlayışının bir kez daha sahiciliğini ve gücünü ispatlamış olmasıdır.”
Şentop, Türkiye’nin, dünyanın içine düştüğü bu zor günlerde 150’ye yakın ülkeye dostluk elini uzatarak yaptığı yardımlarla bir kez daha dayanışmaya ve barışa olan inancını, mağdurların ve mazlumların yanında olduğunu gösterdiğini vurguladı.
Batı Avrupa’nın, 15. yüzyıldan itibaren coğrafi keşiflerle birlikte sömürgeciliği esas alan yeni ekonomik ve siyasi bir düzen kurma yolunda ilerlerken, ilim ve fikir dünyasında da sömürgeci bir mantalite ile önemli adımlar attığını anlatan Şentop, “Bu yaklaşımın temel unsurlarından biri de insanlık tarihinin akışı içinde farklı coğrafyalarda, farklı kültür ve medeniyetlerde birbirlerine aktarılarak gelen ilim ve fikir mirasını tekellerine alma yaklaşımıdır. Bunun sonucu olarak kendilerine bilhassa İslam dünyasından ve medeniyetinden intikal eden ilim ve fikir mirasını yok saymaları, ademe mahkum etmeye çalışmalarıdır. Böylece, ilim ve fikir namına dünyada ne kadar müspet gelişme varsa hepsi münhasıran Batı Avrupa menşeli addedilir hale getirilmiştir.” değerlendirmesinde bulundu.
Tamamen ideolojik bir arka plan üzerine ve bilinçli olarak inşa edilen bu paradigmaya, başta Türkiye olmak üzere Doğu Avrupa’nın ve doğunun entelektüellerinin de inanmasının, bu yaklaşımın yayılması için gayret göstermelerinin hazin olduğunu anlatan Şentop, şunları kaydetti:
“Böylece, bugünkü ilim ve fikir birikiminin gelişiminde tarihin farklı dönemlerinde katkı sunan medeniyetimizin büyük değerleri unutulmuş, ilim ve fikrin üreticisi olma vasfımız küllendirilmiş, bu alanda sadece bir tüketici olarak addedilmemize dair kanaat yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Bu durum sadece tarihi gerçeklerin üstünün örtülmesi ve çarpıtılması meselesi değildir. Bundan daha önemli olan şey, bir dönem insanlığın ilim ve fikir tarihine çok büyük ve önemli katkılar yapma vasfına sahip bir milletin özgüvenini sarsmak ve zayıflatmaktır. Bir kere yapan bir daha yapar, tekrar yapabilir. İnsanlığın ilim ve fikir tarihinde öncü bir milletin bunu tekrar yapabilmesi mümkündür.”
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, tarih ve karakter arasındaki bağlantıya ilişkin, “Tarih ve karakter arasındaki ilişki doğru bir biçimde şöyle kurulabilir. Milletlerin karakterleri üstü örtülü tarihleridir; milletlerin tarihleri örtüsü açılmış karakterleridir. Milletimiz, bilhassa gençlerimiz tarihlerini, ilim ve fikir tarihi bakımından da gerçek bilgilerle tanıdıkça bugün ve yarın çok daha büyük ve önemli işler yapma kudretini kendilerinde bulabileceklerdir.” diye konuştu.
Özelde tıp tarihi bakımından da bu hususun önemine işaret eden Şentop, “Milletimiz, tarihte bütün dünyanın kabul ettiği ve istifade ettiği büyük hekimler yetiştirmiştir. Horasan’ın büyük Türk hekimi Razi, sülfat ve formik asidi bulan ve tifoyu, soğuk suyla ateşi düşürme tedavisini tanımlayan ilk bilim adamıdır. Onu izleyen Farabi ve Ebu Reyhan sonraki önemli Türk hekimleridir. İbni Sina’nın 10. asırda kaleme aldığı El-Kanun Fi’t-Tıp isimli eseri Batı’da 400 ders kitabı olarak okutuldu. Nabız, karaciğer ve kadavra çalışmaları İbni Sina’ya ait ilklerdir.” bilgisini verdi.
“Medeniyetimiz insanı temel alan medeniyettir.” derken arkasındaki geniş tarihi birikimini bildiklerini ifade eden Şentop, şunları anlattı:
“Sağlık hizmetinin ancak yakın modern zamanlarda bir kamu hizmetine dönüşmesinden çok daha evvel Büyük Selçuklular döneminde halka sağlık hizmeti veren bımaristanlar kurulmuş, akabinde Anadolu Selçuklular döneminde Kayseri’de Gevher Nesibe, Konya ve Sivas’ta Keykuvas, Çankırı ve Kastamonu’da Atabay Ferruh, Ali Pervane hastaneleri açılarak dönemin önemli tıp merkezleri hayata geçirilmiştir. Osmanlı devletinin daha kuruluş döneminde 1399’da Bursa’da büyük bir hastane ve Edirne’de de cüzzamlılar hastanesinin hizmete açılmış olması atalarımızın bilime ve sağlığa bakış açısını ortaya koyacak mahiyettedir. Türk hekimliğinin bugünkü anlamda metoda yönelmesi ise Fatih Sultan Mehmet Han tarafından Fatih Külliyesi’nin kurulması ve tıp eğitimi veren Darüşşifa’nın açılmasıyla başlar. Edirne’deki 2. Bayazıt Külliyesi, bilhassa ruhsal rahatsızlıkların tedavi edildiği dünyada ilk merkezdir.”
TBMM Başkanı Şentop, böyle bir birikimi miras alan Sağlık Bilimleri Üniversitesi mensuplarının bayrağı daha da ileriye taşıyacağına yürekten inandığını dile getirdi.
Şentop, bilinçli, fedakar, “önce insan, önce hayat” şiarını edinmiş sağlıkçıların yetişmesi için özveriyle emek veren hocalara, salgın günlerinde azimle sürekli öğrenen ve öğrendiklerini tecrübe ederek hazmeden öğrencilere başarılı bir öğretim yılı temenni etti.
Kendisinin de “hocalık” sıfatını taşımakla daima iftihar eden bir kişi olarak, hocaların verdiği emeğin yüceliğine tüm kalbiyle inandığını dile getiren Şentop, bugün aslında biri diğerini daha da anlamlı kılan iki günü bir arada idrak etmekte olduklarını söyledi.
Şentop, bugün sadece ülkede değil, uluslararası ölçekte de hizmet vermeye başlayan ve kapasitesini her geçen yıl arttırarak gurur kaynağı olmasını bekledikleri bir üniversitenin akademik yılı açılışını yaptıklarını, aynı zamanda bu köklü öğretim yuvasının faaliyete başladığı günü de andıklarını ve tıp tarihindeki ehemmiyetini bir kez daha idrak etmeye çalıştıklarını kaydetti.
Bu mühim günde, salgın şartları sebebiyle yan yana olunamasa da bugüne verilen ortak kıymet sayesinde kurdukları gönül bağı ve uzaktan erişim imkanları ile yine de bir arada olunduğunu belirten Şentop, bu seçkin eğitim kurumunun kuruluşunun 118. yıl dönümünü tebrik ederek, üniversite senatosunca şahsına tevdi edilen fahri doktora unvanı için teşekkür etti.
Şentop, salgın sürecinin bütün sıkıntılarını geride bırakacakları ve yüz yüze aynı ortamı paylaşacakları günlerin bir an evvel gelmesini niyaz etiklerini vurguladı.
Yaklaşık 10 gün önce Azerbaycan’ı ziyaret ettiklerini hatırlatan Şentop, şunları kaydetti:
“Birçok yerde Türkiye Cumhuriyeti olarak başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere tüm yetkililer Azerbaycan’a olan desteğimizi çok açık ve net şekilde ifade ettik. Farklı mekanlarda ifade ettiğimiz bu kararlılığımızı Azerbaycan’da da Bakü’de, Gence’de ifade etmek için orada bulunduk. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Azerbaycan’a desteğinin birinci sebebi şüphesiz ki bizim kardeşliğimizdir. Biz tek millet iki devlet anlayışı içerisinde, bunu sadece slogan olarak görmemek, tarihte ve gelecekte de inşallah bunun somut örneklerini de ortaya koyarak bir beraberlik içerisindeyiz. Bu dostluğu, kardeşliği, beraberliği her zaman bizler diplomatik alanda başta olmak üzere her sahada Türkiye olarak gösterdik. Azerbaycan’da aynı şekilde Türkiye’ye karşı bu dostluğun, kardeşliğin gereğini daima göstermiştir. Fakat bizim Azerbaycan’ı bu mücadelesinde desteklememizin tek sebebi kardeşlik, dostluk değildir. Biz Azerbaycan’ın davasında haklı olduğuna inanıyoruz. Bu haklılık hem tarihen haklılıktır hem de hukuken haklılıktır. Tarihen haklılık şudur, Azerbaycan’ın işgalden kurtarılması için mücadele etmiş olduğu Yukarı Karabağ bölgesi hiçbir zaman tarihen Azerbaycan’dan ayrı bir yönetime sahip olmamıştır. Daima idari, siyasi bakımdan Azerbaycan’a bağlı toprak olmuştur.”
Şentop, uluslararası hukuk bakımdan da bunun teslim edilmiş bir konu olduğunu aktararak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1993’te almış olduğu kararda Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarında işgalci olduğunun açıkça ifade edildiğini, işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerektiğinin belirtildiğini, bunun gibi uluslararası kararlar bulunduğunu aktardı.
Şentop, dolayısıyla Azerbaycan’ı sadece dost ve kardeş bir ülke olduğu için değil, aynı zamanda haklı davasını savunduğu için desteklediklerini vurguladı.
Azerbaycan’ı desteklemelerinde bir üçüncü sebep daha olduğunu, Ermenistan’ın doğrudan sivil hedefleri gözeterek saldırılarda bulunduğunu belirten Şentop, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Ermenistan bir taraftan sivillere saldırarak savaş suçu işlediği gibi, ayrıca Azerbaycan dışında başka ülkeleri de çatışmaya ve savaşa çekmek suretiyle savaş ve krizin alanını genişletmeye çalışıyor. Ermenistan, Yukarı Karabağ meselesini Azerbaycan-Ermenistan sorunu olmaktan çıkarmaya, bölgesel bir krize dönüştürmek için gayret ediyor. Türkiye bu bakımdan da Azerbaycan’ın yanındadır ki bölgesel kriz haline gelecek bir sorunun büyümeden çözülmesi için de Azerbaycan’a desteğini ifade ediyor. Bu bakımdan Türkiye Azerbaycan’ın yanında olduğunu her zaman çok net ifade etti.”
Şentop, “Sağlık Bilimleri Üniversitesi kurumsal olarak maziden atiye Türk tıp tarihimizin bizatihi kendisi ve aydınlık geleceğidir.” diyerek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Ülkemizdeki diğer üniversitelerimizden farklı olarak, sadece sağlık alanında nitelikli insan ihtiyacını karşılamak ve bilimsel araştırmalarda bulunmak üzere yeniden teşekkül ettirilmiştir. Her ne kadar yeniden resmi açılışı 2015 yılında yapılsa da Sağlık Bilimleri Üniversitesinin geçmişi Sultan II. Mahmut’un modern tıp eğitimi için 14 Mart 1827 yılında açtığı Tıbhane-i Amire’ye ve 1867’de kurulan Türkçe tıp eğitimi yapan Tıbbiye-i Mülkiye’ye kadar dayanmaktadır. Özellikle eğitim, sağlık, ulaşım gibi temel kamu hizmetlerinin yaygınlaştırması ve tabana yaymasıyla halkımızın büyük teveccühünü ve sevgisini kazanan Sultan II. Abdülhamit Han’ın, zamanla yangınlarda zarar gören ve dağınık halde bulunan tıbbiyeye ait bütün bölümleri yeni ve modern bir binada toplama fikriyle Haydarpaşa’da karar kılması tıbbiye için önemli bir safhadır.”
Sağlık Bilimleri Üniversitesinin şu an bulunduğu eski adıyla Haydarpaşa Mektebi Tıbbiye binasının Avrupa yakasındaki askeri ve sivil tıp teşkilatlarını bünyesinde birleştirerek, modern anlamda tam teşekküllü bir mektep olarak 6 Kasım 1903’te hizmete alındığını aktaran Şentop, şunları kaydetti:
“Bu vesileyle şairin ‘Tarihler ismini andığı zaman sana hak verecek ey koca Sultan’ diyerek sonradan hakkını teslim ettiği, asrın en siyasi padişahını rahmet ve minnetle anıyorum. Bu bina özel bir mimari ve estetik anlayışla bizzat Abdülhamit Han’ın katkısıyla yurt içi ve yurt dışından getirilen özel malzemelerle önemli mimarlara inşa ettirilmiştir.
Her öğrenciye bir mikroskobun verilmiş olduğu bu binada bugün, Sayın Cumhurbaşkanımızın kadirşinaslığı, ileri görüşlülüğü ve gayretleriyle kurulan Sağlık Bilimleri Üniversitemizin geçmişinden aldığı feyzle geleceği inşa ettiğini görmekten büyük memnuniyet duyuyorum. Bu büyük sağlık camiası elbette içinde bulunduğu üniversitenin tarihine hepimizden çok daha vakıftır. Ancak ben Haydarpaşa Mektebi Tıbbiye’ye has önemli bir özelliği daha hatırlatmadan geçemeyeceğim. Kadınlarımızın 1843’te ebelik eğitimi aldığını ve sağlık alanında varlıklarını göstermeye başladıklarını görüyoruz. Çatısı altında bulunduğumuz bu güzide eğitim kurumu Türkiye Cumhuriyetinin ilk kadın doktorlarını da yetiştirmiştir. 1922 senesinde Haydarpaşa Tıbbiyesine 7 kız öğrenci alınmış ve 1927 yılında bu öğrenciler diplomalarını alarak mezun olmuşlardır. İlk kadın hekimlerimizin yetiştirilmesi bakımından da Sağlık Bilimleri Üniversitemizin mazisinde önemli bir miras mevcuttur.”
Bugün Sağlık Bilimleri Üniversitesinin tıp, diş hekimliği, eczacılık, hemşirelik ve sağlık bilimleri alanlarında 13 fakülte, 5 enstitü, 5 meslek yüksek okulu ve 2 bin 317 akademik personel, 18 bin 154 öğrencisiyle hem yurt içinde hem yurt dışında geçmişi ihya, geleceği inşa ettiğini ifade eden Şentop, eğitime başlayan Somali Mogadişu Recep Tayyip Erdoğan Sağlık Bilimleri Fakültesi, Adana, Bursa, Erzurum, İzmir ve Trabzon tıp fakültelerinin de camia ve millet için hayırlara vesile olmasını temenni etti.
Şentop, “Bütün dünyayı saran salgın hastalığın menfi etkileri ve yakın zamanda İzmir’de meydana gelen elim deprem hadisesi göstermiştir ki hayatın idamesi için bilimsel ve akılcı tedbirler almak zorundayız. ,Bu konuda yetişmiş nitelikli insan gücüne sahip olmak zorundayız.” diye konuştu.
Köklü tıp tarihine yakışan gelişmelerin Cumhuriyet döneminde de akamete uğramadan devam ettiğini vurgulayan Şentop, Cumhuriyetin ilan edildiği tarihte yaklaşık 11 milyon nüfusa karşılık 86 hastane, 340 doktor, 560 sağlık memuru, 136 ebenin olduğunu anlattı.
Ülkenin geçen 97 yılın sonunda bugün, modern şehir ve üniversite hastaneleri, mahalle bazında hizmet veren aile hekimlikleri, 185 bin 369 doktoru ve toplamda yaklaşık 1 milyon 70 bin civarında sağlık çalışanından oluşan bir sağlık ordusu bulunduğunu dile getiren Şentop, Türkiye’nin ciddi mesafe kaydettiği alanların başında sağlık geldiğini, taraflı tarafsız herkesin ve bütün dünyanın da sağlık alanındaki elde edilen bu başarıyı takdir ettiğini söyledi.
Şentop, halkın, erişebildiği sağlık hizmetlerinin kapsamı ve niteliği itibariyle, gelişmiş ülke toplumlarının üstünde imkanlara ulaşabildiğini vurgulayarak, şöyle devam etti:
“Bu tablo, insan merkezli sosyal devlet anlayışımızın değerini gösteren, ülkemiz ve milletimiz için gurur verici bir tablodur. İnsanımıza sunulan sağlık hizmetinde olduğu gibi sağlık teknolojileri ve ar-ge çalışmalarıyla Türkiye’nin kendi sağlık ihtiyaçlarını üretebilen bir ülke olma yolunda ilerlemesi de geleceğe dair umutlarımızı güçlendirmektedir. Sağlık sektöründe birçok Avrupa ülkesinden çok daha ilerdeyiz. Hakeza kaliteli ve yeterli sağlık hizmetine kendi ülkesinde ulaşamayan birçok Avrupa ülkesi vatandaşı, sağlık turizmi kapsamında ülkemize gelmekte, kendilerini Türk hekimlerine emanet etmektedir.”
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, dünya genelinde yaygın olan salgın hastalığın, bilimsel çalışmaların ve araştırmanın önemini bize bir kez daha hatırlattığını belirterek, bu illete çare bulmak üzere dünyanın birçok ülkesinde aşı çalışmaları ve deneylerinin devam ettiğini, insanlığın bu salgın günlerinde neredeyse her gün buna çare olacak aşıyı umutla beklediğini söyledi.
Türkiye’deki aşı çalışmalarının 1700’lü yıllara kadar gittiğini dile getiren Şentop, “Bu konuda da derin bir birikime sahibiz. Aslında aşı uygulaması, bilimsel temelde metodik bir araştırmaya dayanmasa da Batı’nın bizden öğrendiği bir husustur.” dedi.
İngiliz sefirinin eşi Lady Montegü’nün İstanbul’da uygulamasını gördüğü çiçek aşısını, İngiltere’ye götürüp tanıttığını, Avrupa’daki bilimsel gelişmelere paralel olarak 1880’lerden itibaren Türkiye’deki aşı çalışmalarının hızlandığını belirten Şentop, 1887’de Mektebi Tıbbiyeyi Askeriyeyi Şahane’de ilk kuduz aşısı üretildiğini, savaş yıllarında 1911’de tifo, 1913’te kolera, dizanteri ve veba aşılarının ilk kez hazırlandığını ve uygulandığını anlattı.
TBMM Başkanı Şentop, “1928’de Atatürk’ün talimatıyla kurulan Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü’nde birçok aşı ve serum başarıyla üretilmiştir. Tifo, tifüs, difteri, BCG, kolera, boğmaca, te-tanos, kuduz aşılarında seri üretime geçilerek milletin hastalıktan kırılmasının önüne geçilmiştir.” dedi.
Devletin daha küçük yaştan itibaren tüm çocukların belli salgın hastalıklara karşı aşılanması hususunda azami gayret sarf ettiğini ve hala da buna devam ettiğini dile getiren Şentop, bu aşıların salgın günlerinde tüm dünyanın da hizmetine sunulduğunu, 1940’ta Çin’deki kolera salgını için aşı gönderildiğini, yine aynı dönemlerde Yunanistan, Suriye gibi komşu ülkelere de tetanos ve tifüs aşıları yollandığını söyledi.
Mustafa Şentop, “İnanıyorum ki Kovid-19 aşısını da çok değerli bilim insanlarımız yakında insanlığa hediye edeceklerdir.” dedi.
Salgın ve İzmir’de meydana gelen deprem hadisesinin yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi akademik eğitim hayatını da etkilediğini belirten Şentop, “Bizler kararlılıkla ve tüm imkanları zorlayarak hayata ve gayrete devam edeceğiz. Salgın döneminde kazandığımız yeni tecrübelerle daha iyiye daha güzele ulaşacağımıza dair inancımızı koruyacağız. Sabırla öğretmeye ve öğrenmeye, araştırmaya ve başarmaya odaklanacağız.” diye konuştu.
Şentop, kendisine layık görülen fahri doktora unvanı nedeniyle teşekkürlerini sunarak, konuşmasını tamamladı.
Törende, Prof. Dr. Murat Elevli tarafından TBMM Başkanı Şentop’a sağlık hukuku alanında fahri doktora unvanı verilmesi ile ilgili senato kararı okundu. Daha sonra Şentop’a cübbesini Prof. Dr. Erdöl giydirdi.
Cübbe giyme töreninin ardından Şentop, üniversitenin Gülhane Külliyesi, Özbekistan Buhara İbni Sina Tıp Fakültesi ve Meslek Yüksekokulu, Sudan Nyala Meslek Yüksekokulu’nun yanı sıra açılışı yapılacak Somali Recep Tayyip Erdoğan Sağlık Bilimleri Fakültesi ile Adana, Erzurum, Bursa, İzmir ve Trabzon tıp fakültelerine canlı bağlantı gerçekleştirerek, 2020-2021 eğitim öğretim yılının hayırlı olması temennisinde bulundu. Canlı bağlantıların ardından Şentop ve beraberindekiler açılışı yapılan okulların kurdelesini kesti.