TBMM BAŞKANI ŞENTOP, “DOĞU AKDENİZ SORUNLARINA HUKUKİ VE SİYASİ YAKLAŞIM İLE TBMM’NİN ÇÖZÜMDEKİ MUHTEMEL ROLÜ SEMPOZYUMU”NA KATILDI
TBMM Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop, TBMM himayesinde Ankara Üniversitesi tarafından TBMM Tören Salonu’nda düzenlenen “Doğu Akdeniz Sorunlarına Hukuki ve Siyasi Yaklaşım ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin Çözümdeki Muhtemel Rolü Sempozyumu”nun açılışında yaptığı konuşmada, “Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki güven bunalımının derinleşmesine katkı yapacak kararlara imza atılmayacağını ümit etmek isterim.” diye konuştu.
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, sempozyumun açılışında yaptığı konuşmada, hassas bir dönemde böylesine kıymetli bir toplantıyı gerçekleştiren Ankara Üniversitesi (AÜ) Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar’a, çalışma arkadaşlarına ve katkıda bulunan herkese teşekkür etti.
Toplantı boyunca çok sayıda değerli akademisyen ve alanında yetkin isimlerin Doğu Akdeniz bağlamında pek çok uluslararası hukuk ve siyaset konularını derinlemesine ele alacağını belirten Şentop, “Onların ifade edecekleri fikirler ve ortaya koyacakları görüşler, tezler inanıyorum ki Türkiye’nin sözüne katkıda bulunacak, gücüne güç katacaktır.” ifadesini kullandı.
Uluslararası ilişkilerde hangi başlık ele alınırsa alınsın onu diğer sorunlardan, başlıklardan bağımsız olarak anlamanın ve ortaya koymanın mümkün olmadığına işaret eden Şentop, “Hele hele küreselleşen yeni dünyamızda sorunlarda tam manasıyla küreselleşmiştir. Dolayısıyla bu sempozyumda ele alınan ana meselenin yani Doğu Akdeniz’in onu etkileyen ve şekillendiren bütün hadiseler ve süreçlerle ilgisini dikkatle anlamak, hepimizin ortak derdi ve değeri olan Türkiye’nin geleceğine dair öngörülerimizi bu çerçevede ortaya koymak durumundayız.” diye konuştu.
İlgilisi fazla, sorunları karmaşık ve enerjisi son derece yüksek olan bölgenin, ülkeler arasında çatışma ve çekişme konusu olması sebebiyle uzun süredir uluslararası gündemin ilk sıralarında bulunduğunun altını çizen Şentop, “Bunun en önemli sebeplerinden biri de Türkiye’nin bölgedeki varlığıdır. Türkiye’nin, satın aldığı sondaj gemilerini petrol ve doğal gaz arama faaliyetleri için göndermesi ve Libya ile imzalanan mutabakat, Doğu Akdeniz meselesini yoğun bir şekilde gündemimize getirmiştir.” değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye’nin attığı adımlar öncesinde de Doğu Akdeniz’in birçok sorunun yaşandığı önemli bir bölge olduğunu anımsatan Şentop, Kıbrıs sorununun bunların başında geldiğini, İsrail ile Filistin arasında yaşanan anlaşmazlık, Suriye iç savaşı ve Lübnan sorununun da aslında Doğu Akdeniz’in sorunları arasında olduğunu dile getirdi. Şentop, aynı şekilde Libya iç savaşının da Doğu Akdeniz sorunları denildiğinde akla gelenlerden birisi olduğunu söyledi.
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, şunları kaydetti:
“Türkiye ile Yunanistan arasında adalar denizinde, karasuları, kıta sahanlığı, adaların silahsızlandırılması, hava sahası gibi konularda yaşanan anlaşmazlıklar da esasen Doğu Akdeniz sorunları içinde mütalaa edilebilir. Bütün bunlar, Doğu Akdeniz tabanında yer alan enerji kaynaklarının paylaşımıyla olduğu kadar, Kıbrıs, Suriye ve Lübnan gibi ülkeler bağlamında bir nüfuz mücadelesi, Libya gibi zengin doğal kaynaklara sahip ülkelerdeki iktisadi değerler üzerinde kimin veya kimlerin karar verici olacağıyla da yakından alakalıdır. Sömürgeci imparatorluklarının bugünkü varisi olan Batı ülkeleri, bu geçmişten beslenen klasik emperyal dış politikasını hala küresel düzeyde sürdürme çabası içindedir. Sorunların temelinde esasen Batı’nın kendini hala bu eski yaklaşımlarla konumlandırması; Türkiye, Çin, Rusya gibi yeni küresel ve bölgesel oyuncuların varlığını kabullenememesinde yatmaktadır.
Batı’nın bu politikasının hedefi sadece Türkiye’de değildir. Başta Rusya olmak üzere dünyanın diğer yükselen ve etkili olmaya çalışan güçleri de Batı’nın hedefi halindedir. Konu Avrupa Birliğinin de gündemindedir. Bugün toplanan Avrupa Birliği Liderler Zirvesi’nin gündemi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yürüttüğü faaliyetler ile Türkiye’ye karşı alınacak önlemler. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Yönetimi’nin kışkırtmalarıyla bölgesel meselelerde sınırlayıcı ve kısır bir yaklaşıma mahkum olmakla Türkiye gibi Avrupa kıtasını Avrasya’ya dönüştüren büyük bir ufku ve geleceği dönüştürücü imkanlar arasında bir tercih yapmak zorundadır Avrupa Birliği. İngiltere gibi siyasi renk ve tesir unsuru bir ülkenin ayrılmasıyla ortaya çıkan bir kimlik bunalımını aşma mecburiyetiyle karşı karşıya olan Avrupa Birliği’nin, Türkiye’ye yönelik tutumunun bir taraftan da kendi geleceğine dair temel tercihler bakımından da belirleyici olacağını akıldan çıkartmamak gerekmektedir. Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki güven bunalımının derinleşmesine katkı yapacak kararlara imza atılmayacağını ümit etmek isterim.”
TBMM Başkanı Şentop, başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere uluslararası kuruluşların hemen hemen hepsinin ciddi bir varoluş kriziyle karşı karşıya bulunduğunu hep beraber takip ettiklerini vurguladı. Şentop, “Bunun en sıcak örneğini hemen yanımızda yaşanan Yukarı Karabağ krizinde gördük. Birleşmiş Milletlerin açık kararlarının da olduğu bir konuda özellikle AGİT bünyesindeki Minsk Grubu’nun 30 yıla yakın bir zamandır devam edegelen sıcak bir sorunun hallindeki kifayetsizliği hazin bir şekilde ortaya çıkmıştır.” diye konuştu.
Uluslararası kurum ve kuruluşların, adeta dünyadaki sorunları çözümsüz kılmak, ihtilafları yeri gelince istismara hazır bir şekilde kenarda tutmak niyetiyle hareket ettiğine dikkati çeken Şentop, Yukarı Karabağ sorununun bunun en açık örneği olduğunu söyledi.
Şentop, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Uluslararası kurum ve kuruluşların görevlerini yapamadıkları, sorun çözme yetenekleri uzun zamandır tartışılmakta. Bununla beraber, bu kurum ve kuruluşların sorun çözmeye yönelik iradelerinin mevcudiyeti de esasen tartışılmalıdır. Yaşanan ciddi ve yoğun sorunlar, çatışmalar, savaşlar, siyasi ve diplomatik tartışmalar içinde yeni bir dünyanın kurulması mecburiyetiyle karşı karşıya bulunduğumuzu ifade etmek isterim. 20. yüzyılın kurumları paradigmalarıyla beraber ömrünü tamamlamaya yüz tutmuştur. Yukarı Karabağ sorunu, uluslararası sistemin ve kurumların mevcut durumunu, neden işlemediğini ve geleceğinin ne olacağını, hatta sorunların çözüm yollarının neler olduğunu göstermesi bakımından da çok önemli bir örnektir. Yukarı Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğu ve Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarında işgalci olduğu herkesin kabul ettiği, teslim ettiği bir hakikattir. Bu husus o kadar net ve kesindir ki, Ermenistan’ın yanında yer alan, ona silah yardımında bulunan ve lojistik destek veren ülkeler dahil, hiç kimse bu gerçeği inkar edememektedir.
Bu konuda, Birleşmiş Milletler kararlar almış, aynı gerçeği kabul ve ilan etmiştir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı da kararlar almış, bununla kalmayıp sorunun çözümü için bir insiyatif oluşturmuş: Minsk Grubu. Bu grubun başında da, üç ülke eş-başkan; birlikte sorunu çözmeye çalışıyorlar. Hangi ülkeler? Fransa, Rusya ve ABD. Yani, kağıt üzerinde baktığınızda, sorunun çözümü için harekete geçebilecek en uygun uluslararası kuruluş tespit edilmiş.”
Arabulucu olarak mümkün ve etkili olabilecek en uygun ülkelerin seçildiğine işaret eden Mustafa Şentop, “Peki ne olmuş? 30 yıla yakın bir zaman sorun çözülememiş hatta çözüm yolunda makul, sonuca yönelik hiçbir adım atılmamış. Genel olarak dünya barışını sağlamak, uluslararası hukuku geçerli kılmak için var olan kurumlar, böyle kesin hatlarıyla belli, herkesin resmen aynı fikirde olduğu bir konuda neden mesafe alamıyor? Bunun cevabı da aynı örnek olay üzerinden mevcut. Sorunu çözmek için inisiyatif üstlenen Minsk Grubu’nun eş-başkanları, taraflardan haksız ve işgalci olduğunu söyledikleri, itiraf ettikleri ülkeye lojistik olarak yardımda bulunuyor, silah veriyor, onu işgale, saldırganlığa devamı yönünde cesaretlendiriyor, teşvik ediyor. Aslında, uluslararası kurumların da bir kabahati yok; onları var eden ve çalıştırması gereken iradede, belki de gerçek var oluş sebeplerinde bir sakatlık var. Minsk Grubu eş başkanları, bir taraftan ‘Azerbaycan haklıdır, sorunu çözeceğiz’ derken, diğer taraftan da ‘haksızdır’ dedikleri Ermenistan’a silah yardımında bulunurlarken ne yapmak istiyorlar, çok açık değil mi?” değerlendirmesinde bulundu.
Barışı sağlamak, çözüm bulmak için var olan kurumun, aslında statükoyu sürdürmek, bütün tarafları bıktıracak derecede oyalayarak mevcut haksız tablonun devamını sağlamayı istediğini vurgulayan Şentop, “Öbür taraftan, Fransa Cumhurbaşkanı, ülkesindeki bir Ermeni STK’sinde, Yukarı Karabağ Azerbaycan toprağı olduğu için Ermenistan işgalini açıktan destekleyemiyoruz, anlamına gelecek sözler söylüyor. Fransa Parlamentosu, Ermenistan’ın bile bağımsızlığını tanımadığı ve tanınması için çağrıda bulunmadığı Yukarı Karabağ’ı bağımsız olarak tanıma kararı alıyor. Ama bu kadar yanlış, bu kadar arızalı, bu kadar kör tarafgirlik içindeki bu tabloda, sorunu çözmek için yola çıkmış bir grubun eş başkanlığını bırakmak en azından hiç kimsenin aklına gelmiyor.” dedi.
Şentop, 20. yüzyılın uluslararası kuruluşları, hatta kurallarının işlemediğini, işletilmediğini belirterek, “Zira amaç; bu kuralların ve kuruluşların çalışması, barışa, hukuka hizmet etmesi değil. Amaç; oldu bittilerin, sömürgeci anlayış ve zihniyetlerin uluslararası düzen örtüsü altında devam ettirilmesi, statükonun sürdürülmesi; barışçılık, hukukçuluk oynamak.” ifadesini kullandı.
Dünyanın her yerindeki olayda tablonun aynı olduğunu vurgulayan Şentop, şöyle devam etti:
“Bu durum, uluslararası düzenin ve kuralların işleyişindeki sorunun arızi bir durum olmadığını, tam anlamıyla yapısal ve paradigmatik bir sorun olduğunu gösteriyor. Peki bu sorun nasıl çözülür? Azerbaycan, kendi göbeğini kendisi kesmeye kalkınca, özgüvenle ve kararlılıkla harekete geçince sorun hızlıca çözülüverdi. Bu kararlı hamle karşısında, statükocu dengelerin aslında gerçek bir mukavemet gücünün de bulunmadığı ortaya çıkmış oldu. Uluslararası düzenin, kağıttan bir düzen olduğu, tamamen kabuller ve varsayımlar üzerine dayandığı, gerçekte artık var olmadığı anlaşılmış oldu.”
Kur’an-ı Kerim’de Sebe Suresi’nde, büyük bir güç ve saltanat sahibi Süleyman Peygamberin vefatını anlatan ayetteki metaforun konuyu aydınlatması bakımından burada çok açıklayıcı olduğunu anlatan Şentop, “Süleyman Peygamber vefat ettiği halde, onun vefatını etrafında hiç kimse fark edememiş, bir süre asasına, bastona dayanarak ayakta, canlı gibi durmuştur. Ta ki, bir kurtçuk dayandığı asayı kemirip kırılmasını sağlayıncaya kadar… Süleyman Peygamberin vefat etmiş olduğu o zaman anlaşılmıştır. 20. yüzyılın uluslararası kuralları ve düzeni, öldüğü halde asaya dayanıp canlı imiş gibi duran bir varlığa dönüşmüştür. Asayı, yani onun fizik dayanaklarını kemiren kurtçuklar, gerçek durumu, yani bir düzenin olmadığını göstermeye yetmiştir.” diye konuştu.
Aynı gerçeği her olayda, dünyanın her yerinde yeniden gördüklerinin altını çizen TBMM Başkanı Şentop, şunları söyledi:
“Libya’da, BM’nin tanıdığı hükümeti, güya herkes tanırken, onun karşısındaki darbeci güçlere yardım eden ülkeler, başta Fransa, kuralların ve kurumların gerçekte mevcut olmadığını gösteriyor. Son olarak, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, bir taraftan Türkiye’ye yönelik olarak güya demokrasi ve insan hakları temelinde eleştiri getirirken, diğer taraftan ‘insan haklarına ve demokrasiye aykırılıklar olmasına rağmen Mısır’a silah satmaya devam edeceğiz’ demesi uluslararası kurallar ve düzenle alakalı zihni deformasyonun artık gizlenemez bir duruma geldiğini göstermektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan bu adaletsiz uluslararası düzen iflas etmişti; iflasının ilanı da uzun yıllar önce aslında gerçekleşmişti. Her yeni uluslararası sorun bu iflasın tekrar ilanından başka bir gerçeği ifade etmiyor.”
Bugün Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan hadiselerde de bu tarafgir ve adaletten uzak bakış açısının tezahürlerini yaşadıklarını vurgulayan Şentop, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Başından itibaren sadece uluslararası hukuktan ve antlaşmalardan kaynaklanan haklarını ve yine aynı hassasiyetle meşru araçlar ve yöntemlerle arayan Türkiye’nin girişimleri; karşısında uluslararası hukuku ve antlaşmaları yok sayan, her türlü gayrı meşru girişimi hak sayan birtakım ülkeler ve sözde ittifaklar bulmuştur. Avrupa Birliği gibi güya büyük iddiaların, demokrasi, barış ve ortak gelecek tezlerinin adeta bu ‘la yüs’el anma yef’al’ büyük projesi; dünyayı kasıp kavuran salgında, bir ortak gelecek değil, güçlünün ayakta kaldığı, zayıfın kaderine terk edildiği acımasız bir bencillik ve bir o kadar da çaresizlik zemini olarak başarısız bir sınav vermiştir.
Eski dünyanın sakil alışkanlıklarıyla hareket eden bu ülkeler, yeniden şekillenen bölgemizin ve Doğu Akdeniz’in geleceğinde söz sahibi olma iddiası taşımaktadırlar. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan adaletsiz dünya düzeninde, bazı ülkelerin sadece hak ve menfaatleri, bazı ülkelerin ise sadece vazife ve yükümlülükleri vardı. Uzun yıllar bu garip ve adaletsiz düzen devam etti. Ancak artık dünya değişti, bu adaletsiz düzeni var eden parametreler çöktü. Bu gerçekliği bazı ülkelerin kabul etmekte zorlandığını, geciktiğini görüyoruz. Uluslararası düzende artık her devletin, her milletin hak ve menfaatleri olduğu gibi vazife ve yükümlülükleri de vardır, olacaktır. Bu adaletli tezin hakim olacağı bir dünya da uzak değildir. Dünyadaki derin ekonomik dengesizlikler, maddi güçler arasındaki ölçüsüz farklılıklar, adaletli bir düzenin oluşumunun uzak olduğu kanaatine bizi düşürmesin. Dünyada nüfus dengelerindeki büyük ve sarsıcı değişiklikler, buna bağlı nüfus hareketleri, Batı’nın artık gözlerden saklanamaz açık zalimce tutumları, çifte standartları ve bunların Batı dışı dünyada meydana getirdiği o büyük hayal kırıklıkları, infialler, öfke ve kin büyük değişimin ayak seslerini bize duyurmaktadır.”
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgının da açıkça tam manasıyla küreselleşmiş bir dünyada yaşandığını gösterdiğini belirten Şentop, “Sadece para ve ekonomik varlıklar küreselleşmedi; aynı zamanda insan hareketleri de kültürler de sorunlar da hastalıklar da küreselleşti, virüs de küresel. Elbette, mutluluk da, huzur da, mutsuzluk da huzursuzluk da küresel olacak. Böyle bir küresel dünyada, dünyanın herhangi bir yerinde bir insan güvenlik ve huzur içinde değilse, hiçbirimiz güvenlik ve huzur içinde olamayacağız.” dedi.
Bu gerçeği kavrayıp bütün dünyada barışın, güvenliğin, huzurun, asgari yaşam seviyesinin sağlanması için, hakka ve hukuka saygılı, adaletli bir düzenin tesisi için gayret göstermek mecburiyetinde olunduğunu ifade eden Şentop, “Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki varlığını, sadece stratejik kaynaklar ve bunlar üzerindeki meşru haklar bakımından tarif edemeyiz. Türkiye, kendi haklarını aradığı kadar, bu alanda ve sahada adil bir paylaşımın, hakça bir dağılımın ve olmazsa olmaz bir barış zemininde gerçekleşmesi için vardır. Emeği değil sömürüyü, hakkı değil zulmü, paylaşımı değil el koymayı alışkanlık haline getirenlerin bunu anlamasını zaten beklemiyoruz. Türkiye kendi gücüyle mütenasip, kendi haklarına dönük adımlar atıp, kazanımlar elde ettikçe Türkiye karşısındaki hukuk dışı, anormal tepkileri ve oluşturulan tuhaf birliktelikleri görüp müşahade ediyoruz.” diye konuştu.
Uluslararası adalet ve barışın, tek taraflı değil, ilgili herkes için arzu edilen bir zemin olduğuna işaret eden Mustafa Şentop, şunları kaydetti:
“Türkiye bugün bu zemin üzerinde kurulacak masada kendi haklı görüşlerini net bir biçimde ifade edecek yeterli doktriner birikime de sahiptir. Bugün ülkemizin en köklü üniversitelerinden biri olan Ankara Üniversitemiz tarafından düzenlenen bu değerli sempozyum da, esasen bu tutumumuza dönük niyetimizin bir göstergesidir. Umuyorum ki bu sempozyumda değerli katılımcılarımızın ortaya koyacağı düşünce, öneri ve sonuçlar, Doğu Akdeniz’in bir barış maviliği içinde kalmasına dönük yeni yaklaşımların kapısını açar.”
Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar ise yaptığı konuşmada, “Denizlerdeki etkinliğini her geçen gün artıran Türkiye, barıştan, iş birliğinden, hakkaniyet ve adaletten yana bir tutumla denizlerdeki faaliyetlerini sürdürmüş ve sürdürmeye devam etmektedir.” şeklinde konuştu.
Yeryüzünde sınırlı miktarda bulunan bu enerji kaynakları arasında petrol ve doğal gazın önde geldiğini vurgulayan Ünüvar, bu yönüyle Doğu Akdeniz’in dünyadaki birçok devletin dikkatini çektiğini ifade etti.
Doğu Akdeniz’e hem kıyısı olan hem de olmayan devletlerin bu bölgedeki gelişmeleri dikkatle takip ettiğinin ve yaşananların dışında kalmak istemediğinin altını çizen Ünüvar, şöyle konuştu:
“Yapılan bilimsel araştırmalara göre Doğu Akdeniz’de 3,5 ila 10 trilyon metreküp arasında çıkarılabilir doğal gaz rezervi, 1,5 ile 3,5 milyar varil petrol rezervinin bulunduğu tahmin edilmektedir. Böylesine zengin potansiyelin bulunduğu coğrafyada bölge ülkelerinin bu potansiyeli göz ardı etmesi düşünülemez. Türkiye, Doğu Akdeniz’e en uzun kıyısı bulunan devlet olması sebebiyle bölgede özel bir konuma haizdir. Denizlerdeki etkinliğini her geçen gün artıran Türkiye, barıştan, iş birliğinden, hakkaniyet ve adaletten yana bir tutumla denizlerdeki faaliyetlerini sürdürmüş ve sürdürmeye devam etmektedir. Nitekim son bir yıldır yaşananlar bilhassa Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile 27 Kasım 2019 tarihinde imzalanan Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin mutabakat muhtırası söz konusu yaklaşımın en son örneğini oluşturmaktadır.”
Ünüvar, Türkiye’nin barıştan, iş birliğinden yana tutumunun bölge devletlerinin bir kısmı tarafından karşılık bulmadığını söyledi.
Doğu Akdeniz’e en uzun kıyı şeridi bulunan devlet olmasına rağmen Türkiye’nin, Antalya sahillerine hapsedilmesi amacıyla yapılan haritalara karşı dik bir duruşun sergilendiğini vurgulayan Ünüvar, Türkiye’nin hem kendisinin hem de KKTC’nin uluslararası hukuk kapsamındaki hak ve menfaatlerini korumak üzere uluslararası alanda her türlü girişimde bulunduğunu aktardı.
Türkiye’nin, yaşanan sorunların diyalog ile çözümünden yana olduğunu ifade eden Ünüvar, şöyle devam etti:
“Sorunların çözümü için en aklıselim yol koşulsuz müzakeredir. Böylelikle tüm bölge devletlerinin menfaatlerini koruyan bir yol bulunması mümkün hale gelecektir. Bu süreçte konuyu hukuk, siyaset ve jeopolitik gibi farklı alanlarda ele alan birçok akademik faaliyet gerçekleştirilmiştir. Bunlar Türkiye’nin mevzubahis girişimlerine zemin teşkil etmiştir. Bölgedeki petrol ve doğal gaz kaynaklarının bulunduğu alanlarda deniz yetki alanlarını ilgilendiren uyuşmazlıklar ile hak, yetki ve benzeri uluslararası düzeydeki sorunların değerlendirilmesi, konuyu birçok alanda ele alan akademik ve bilimsel çalışmanın bu sürece dahil edilmesi büyük önem taşımaktadır.”
Necdet Ünüvar, Ankara Üniversitesinin, Türkiye’nin her meselesini kendi meselesi gibi gördüğünü, bu doğrultuda çalışmalar yaptığını sözlerine ekledi.
Sempozyumun, TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Akif Çağatay Kılıç’ın başkanlığındaki 1. oturumunda “Doğu Akdeniz Sorunlarına Genel Yaklaşım”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Orhan Çelik başkanlığındaki 2. oturumunda “Doğu Akdeniz’de Hukuk ve Siyaset”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muharrem Özen başkanlığındaki 3. oturumunda ise “Doğu Akdeniz’de Çözüm ve TBMM” başlıkları ele alındı.