TBMM BAŞKANI MUSTAFA ŞENTOP, ULUSLARARASI KUTBUDDİN ŞİRAZİ SEMPOZYUMU’NA KATILDI
TBMM Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın ilk yarısında din dışılığın, insanlığın kurtuluşu olarak gösterildiğini belirterek, “Din ile bilimi birbirinin antitezi olarak değerlendirenler, camiyi okulun; din adamını öğretmenin karşısına koydular. Kutbuddin Şirazi’den hareketle, İslam medeniyetinin şahikasına çıktığı altın çağlarımızın gerçeği, bu görüşleri teyit etmiyor.” dedi.
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, İstanbul Medeniyet Üniversitesi ve Sivas Cumhuriyet Üniversitesinin düzenlediği Uluslararası Kutbuddin Şirazi Sempozyumu’na çevrim içi katıldı.
Felsefe, matematik ve astronomi başta olmak üzere birçok alanda verdiği eserlerle ilim tarihindeki yerini alan Şirazi’nin Anadolu’ya gelişinin, bilgi ve ilmi bu topraklarda aramasının son derece önemli olduğunu belirten TBMM Başkanı Şentop, bilim tarihinin derinliğine hakkını vermesi bakımından Şirazi hakkında sempozyum düzenlenmesine öncülük eden Sivas Cumhuriyet Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi’ni tebrik etti.
Sempozyumun, İslam tarihinin velud dönemlerinin analitik bir tahlile tabi tutulmasına ve sonraki dönemlerle mukayese edilmesine imkan sunacağını olan inancını dile getiren Meclis Başkanı Şentop, İslam aleminin ahvalini tahlil etmeye yardımcı olmasını temenni etti.
İslam dünyasının altın çağlarının, “Hikmet, müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır” hadisinin gereğini yerine getirmeye çalışan alimlerin yetiştiği dönemler olduğunun altını çizen Şentop, “Akıl ve bilimin ışığıyla doğuyu aydınlatan, sevgi ve hoşgörüye dayalı felsefesiyle gönülleri ısıtarak İslam medeniyetini inşa eden o alimler 15. yüzyıldan sonra yetişmez oldu ve maalesef zamanla unutuldu.” diye konuştu.
“Neden, nasıl unutuldu?” diye soran Şentop, bu soruların arkasından gitmeyi son derece önemli bulduğunu ifade etti.
Farabi, İbn-i Sina, Harezmi, Biruni gibi alimlere işaret eden Şentop, ancak eserleri arşivlerde kalan, adları unutturulan ya da unuttukları çok sayıda alimin bulunduğunu, onlardan birinin de Kutbuddin Şirazi olduğunu söyledi.
Şentop, Şirazi’nin, bilginin peşinden sürüklenen, bir yerden bir yere gitmenin günler aldığı, konaklama, barınma imkanlarında sıkıntılar yaşanan dönemlerde İslam dünyasının bütün önemli merkezlerinde bulunmuş bir alim olduğunu belirtti.
Şirazi’nin hayatının, İran’ın güneyinde yer alan Şiraz ve Urmiye gölü yakınındaki Meraga şehri ile birlikte Konya, Sivas, Malatya, Bağdat, Kahire, Şam, Tebriz şehirlerinde geçtiğini anlatan Şentop, “Bu şehirler, günümüzden 700 yıl önce aklın, bilimin ışığıyla parlıyorlardı. Batı, o dönemlerde entelektüel olarak komadaydı. 6. yüzyıldan itibaren Orta Çağ denilen karanlık döneme girdiği için medeniyet dediğimiz kavramın da çok uzağındaydı. O dönemlerde Endülüs’ten Mısır’a, Anadolu’dan, İran’a ve oradan Çin’e kadar uzanan İslam dünyasında hikmetin peşinde koşuluyordu. Kendi medeniyetimizin değerini anlayabilmek için bir gerçeğin altını çizmekte fayda var.” dedi.
Dünyanın ilk ve en eski üniversitesinin Fas’ta 859 yılında kurulan Karaviyyin Üniversitesi olduğuna işaret eden Şentop, Batılıların dünyanın bugünkü anlamıyla ilk üniversitesinin, Bologna Üniversitesi olduğunu iddia ettiklerini anımsattı.
TBMM Başkanı Şentop, Bologna Üniversitesinin, Fatımiler tarafından kurulan Karaviyyin Üniversitesinden 229 yıl sonra kurulduğunu belirtti. Şentop, Bologna Üniversitesinin kuruluşunda da Doğu Roma İmparatorluğu’nun ya da diğer adıyla Bizanslıların, 9. yüzyıldan itibaren İslam dünyasında yayınlanan eserlerle tanışmalarının etkisi olduğunu söyledi.
Batılıların, İslam dünyasında yapılan çalışmalarla İskenderiye, Antakya, Halep, Şam, Kudüs gibi aynı zamanda ticaretin de merkezi olan Akdeniz’e kıyısı bulunan şehirlerde temas ettiklerini anlatan Şentop, 11. yüzyılın sonlarında başlayan ve 13. yüzyılın sonuna kadar devam eden Haçlı Seferleri’nin de bu temasları hızlandırdığını kaydetti.
Batılıların, temaslar sırasında Müslümanlar tarafından açılan medreselerde, kurulan kütüphanelerdeki eserlerle ilgilendiklerini ve onları Batı’ya taşıdıklarını aktaran Şentop, Bizanslıların Meraga, Tebriz gibi şehirlerden bilimi Batı’ya taşıma yollarının da Erzurum-Trabzon üzerinden önce İstanbul, oradan da İtalya olduğunu belirtti.
Bu süreçte onlarca eserin Arapça’dan Yunanca’ya çevrildiğine, birçoğuna da eski Yunan bilginlerinin adlarının yazıldığına dikkati çeken Şentop, “İslam alimleri, Emeviler döneminde başlayan ve 9. yüzyılın başlarında Abbasiler döneminde kurulan Beytül Hikme’de kurumsal bir çerçeveye büründürülen tercüme çalışmalarıyla Batı’ya da kendi birikimlerini hatırlatmışlardır. Ancak onlar, Müslümanların birikimlerine aynı ihtimamı göstermemişler ve bütün insanlığa bilimin beşiği olarak Batı’yı takdim etmeye çalışmışlardır.” diye konuştu.
Batılıların Hint klasiklerini, İslam alimlerinin eserlerini, tezlerini, teorilerini çaldığını dile getiren Şentop, “Tabii onların inkarı, bizim ihmalimize mazeret teşkil etmemelidir. Zira birikimlerimize sahip çıkmak, yitiğimizi arayıp bulmak bizim görevimiz. Bu görevi yapanlardan biri merhum Fuat Sezgin.” dedi.
Fuat Sezgin’in, 2008’de açtığı İslam Bilim Tarihi Müzesi’nde 1300 cilt eser bağışladığını dile getiren Şentop, bu konuda yapılan önemli bir çalışmanın da “İslam Medeniyetinde Bilim Öncüleri” adıyla yakın zamanda yayınlanan 9 ciltlik eser olduğunu söyledi.
Şentop, Nobel Kimya Ödülü sahibi Prof. Dr. Aziz Sancar’ın 2016’da verdiği mülakatta, “Türkiye değil, tüm İslam dünyasında son 500 yılda doğru dürüst bilime katkı yok” sözüne atıfta bulunarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Müslümanların bilime niye katkıda bulunmadıklarının cevabını ararken altın çağımızı bir kez daha tahlil etmemiz gerektiğini düşünüyorum. İzmihlal dönemlerimizden kalma tepkisel bir yaklaşımla din ile bilimi birbirinin zıttı olarak değerlendirenler ve kendi geçmişimize oryantalistlerin gözüyle bakma illetine yakalananlar oldu, halen de var. Özellikle pozitivizmin iman gibi benimsendiği 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın ilk yarısında din dışılık insanlığın kurtuluşu olarak gösterildi. Din ile bilimi birbirinin antitezi olarak değerlendirenler, camiyi okulun; din adamını öğretmenin karşısına koydular. Oysa sempozyumun konusu olan Kutbuddin Şirazi’den hareketle İslam medeniyetinin şahikasına çıktığı altın çağlarımızın gerçeği bu görüşleri teyit etmiyor.”
O dönemlerde dini ilimler ile pozitif bilimlerin iç içe geçtiğine dikkati çeken Şentop, dönemin bütün alimlerinde çok disiplinli bir kimlik bulunduğunu, Kutbuddin Şirazi’nin de onlardan biri olduğunu dile getirdi.
TBMM Başkanı Şentop, şunları kaydetti:
“Madde ve mana gibi, din ile bilimin barışık olacağını, kafada bilimin, gönülde imanın bulunacağının en büyük kanıtlarındandır. Etkileri günümüze kadar ulaşan Şirazi, göz doktorluğu yapan sufi bir babanın oğludur. Dini ilimleri öğrenirken İbn-i Sina’nın El-Kanun Fi’t Tıp kitabından ilhamla önce tıbba, sonra matematik ve astronomiye ilgisi kaymıştır. Mevlana’dan, Sadrettin Konevi’ye, Nasrettin Tusi’den Cuveyni’ye kadar dönemin önemli ilim ve gönül adamlarından dersler almıştır. Üstelik Malatya ve Sivas kadılığı yapmış, esasen fıkıhla meşgul olmuştur. Bağdat merkezli kurulan Nizamiye Medreselerinin modellendiği Gökmedrese’de matematik, optik, coğrafya, fizik ve astronomi dersleri vermiştir. Şirazi, bu dersleri verdiği dönemde yalnız değildi. 8. yüzyıldan başlamak üzere İslam dünyası büyük bir ilmi mirasın varisiydi. 15. yüzyıla kadar bu miras gelişerek geldi. Ancak o dönemden sonra İslam dünyası hem dini bilimler hem de pozitif bilimler konusunda nispeten fetret dönemine girmiştir.”
Bu konuda, ilmi disiplinler arası bağlantılar ve bütünlükçü yaklaşımın önemine dikkat çeken Şentop, Kutbuddin Şirazi’nin şöhretinin, birçok disiplinde uzmanlığı ve birçok alanda kıymetli eserler vermesi olduğunu söyledi.
Şentop, Şirazi’nin, bir taraftan teorik ve pratik olarak tabiplik çalıştığını, İbn-i Sina’nın tıp konusundaki temel eserini değerlendirdiğini, diğer taraftan Gazzali sonrası büyük tahribata uğrayan İbn-i Sina’nın felsefesini tasavvufi yaklaşımlarıyla yeniden canlandırmaya çalıştığını, matematik ve fizikle derinlemesine ilgilendiğini, teori ve pratikte adeta tasavvufun içinde doğduğunu ve yetiştiğini anlattı.
Şirazi’nin, İbn-i Sina’nın felsefesini, Sühreverdi’nin ve İbn-i Arabi’nin tasavvuf doktrinlerini kendine mahsus bir çerçevede telif ettiğini aktaran Şentop, konuşmasını şöyle tamamladı:
“Coğrafya ve astronomi çalıştığını, bu iki alanda da kıymetli eserler verdiğini zikretmek gerekir. Mesela, matematik çalışmalarını metafizikle birlikte yürütmüş, matematik çalışmalarını metafizik alanındaki çalışmalarıyla bir bütün olarak görmüş, matematikte elde ettiği birikimin metafizik çalışmalarına katkı yaptığına inanmıştır. Matematik çalışmayı, metafiziğin soyut kavramlarını idrak edebilmek için vazgeçilemeyecek bir zaruret olarak görmüştür. Böylece, Şirazi, İslam dünyasından bilim ve felsefenin geliştiği dönemdeki bütünlükçü hakim idealini ortaya koyan çok önemli bir örnek şahsiyettir.
Varlığa dair ne varsa, zahir – batın, fizik – metafizik, madde – mana olarak her alan ve boyutta bilgiyi bir bütün ve birbiriyle irtibatlı olarak gören bu anlayışın zaman içinde zayıflamaya başladığı, bir kanadı kırılmış kuş gibi İslam dünyasında çırpınmakla kaldığı görülmektedir. Öbür taraftan, diğer tek kanadı aşırı bir şekilde büyüyen bir kuş olarak Batı’da, bugün günlük hayatımızda da bazı komplikasyonlarını gördüğümüz, bir tabloya dönüşmüştür. Neden böyle oldu, sorusunun cevabını, belki de, Kutbuddin Şirazi’nin şahsında gördüğümüz, bütün ilim dallarında bilgi sahibi, bütünlükçü, hakim felsefe ve bilim insanının ve esasen bu yaklaşımın kaybında aramalıyız.”