Edit Content

Biyografi

6 Ağustos 1968’de Tekirdağ’da doğan Mustafa Şentop , Türk siyasetçi ve 24, 25, 26. Dönem Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) İstanbul, 27. Dönem AK Parti Tekirdağ milletvekili...

İletişim

 İstiklal Marşı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi Tarafından Millî Marş Olarak Kabul Edilişinin 100’üncü Yıl Dönümü Dolayısıyla Birinci Meclis Binası’nda Gerçekleştirilen Anma Töreni

İstiklal Marşı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi Tarafından Millî Marş Olarak Kabul Edilişinin 100’üncü Yıl Dönümü Dolayısıyla Birinci Meclis Binası’nda Gerçekleştirilen Anma Töreni

Aziz misafirler, bir medeniyet toplumu olarak millet, fiziki bir varlık olduğu
kadar ruhi bir varlıktır da, devlet ise bu ülkü birliği yapmış insan topluluğunun
ruhundan doğmuş en büyük millet kurumudur. Millet olma ruhundan doğmuş ve
inşallah yakında yüz yaşına girişini kutlayacağımız Türkiye Cumhuriyeti devleti
de özünde milletimizin hürriyet ve adalet için örgütlenmiş bir hâlidir. Liderler
ve devlet adamları bu örgütlenmenin büyük mimarlarıdır. Milletin kendini
gerçekleştirme kurumu olarak devletin millet ruhundan doğma olduğunu hatırda
tutunca aydınların, mütefekkirlerin önemi daha bir anlaşılır oluyor. Zira, o millî
ruhu inşa ve ihya edenlerin toplumun içinden çıkmış büyük şairler, bilginler,
sanatçılar olduğuna şüphe yoktur; fikir ve sanat insanlarının manevi planda
devletin kurucuları, mayasını karan ve özünü üreten büyük insanlar oldukları
gerçeği anlaşılır. Çağımızın büyük şair ve düşünürü Sezai Karakoç millî marşımız
İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Akif için kaleme aldığı kitabında yeni devletimiz
kurulurken Akif ’in de şiiriyle bu kuruluşa katıldığını, şiirleriyle âdeta devleti kuran

Prof. Dr. Mustafa Şentop
millet ruhunu inşa ettiğini ifade eder. Ona göre Akif, faniliğin kaçınılmaz bir gereği
olarak sona eren Osmanlı çağının son kahramanlarının şairi olduğu kadar yeni
devletimiz Türkiye’nin ilk kahramanlık ruhunu da şiirleriyle anıtlaştırmış kişidir.
Akif, Çanakkale şehitlerine ve İstiklal Marşı şiirleriyle bir bitişi yeni bir başlayışa
bağlamayı başarmıştır. Cumhuriyet döneminin kıymetli düşünce adamı Nurettin
Topçu da Akif ’i yüksek ahlak sahibi, fazilet ve hamiyet kahramanı büyük bir adam
olarak görüp onu âdeta kendine rol model edinmiştir. Yine son yarım asırdır Türk
şiirine ve düşünce hayatımıza çok büyük ve kıymetli katkıları olan İsmet Özel’in
de Akif ve İstiklal Marşı üzerinden âdeta yeni bir Millî Mücadele içinde olduğunu
İstiklal Marşı Derneği adıyla bir dernek kurup yayınlar yaptığını da biliyor ve takip
ediyoruz. Yüz yıl önce, Akif, toplumu kaybetmek üzere olduğu milliyet bilincine
çağırıyor, mikroırkçılığa, bölgeciliğe, bölücülüğe karşı uyarıyordu. Esir olmadan
köle olmadan hür ve bağımsız yaşayabilmek için düşmana karşı koyabilme
gücünde olmak şart olduğuna göre bu güç nereden ve nasıl temin edilecekti? Akif
“Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.” diyerek millî birliğin düşman
toplarından bile daha büyük bir güç olduğu müjdesini millete aşılıyordu. Yüz
yıldan beri Akif hakkında onlarca kitap, binlerce yazı yazıldı, sayısız dergi özel
sayılar çıkarttı, yakın dostu Süleyman Nazif ’ten Orhan Okay Hoca’ya, Nazım
Hikmet’ten Cemil Meriç’e kadar nice kıymetli insan Akif ’i hep saygıyla anıp takdir
etti çünkü Cemil Meriç’in de ifade ettiği gibi Akif zekâsı, sezişi ve imanıyla her
namuslu insanın yol arkadaşı ve düşünce tarihimizin kilometre taşlarından biriydi.
Şairliği bireysel bohemliğe indirgeyip şiirler yazan bazı şairlerin aksine Akif, şiirin
şuurlu ruhtan doğuşunu göstermiş, içinde yaşadığı zamanı ve mekânı idrak etmiş
ve doğrudan milletimizin esarete karşı koyma mücadelesinin destanını yazmıştır.
Millî mücadeledeki büyük ve ancak mücahitlere yakışır gayretlerini yüz yıl sonra
şükranla andığımız gibi gelecek yüzyıllarda da nesillerimiz Akif ’i ve Akifleri saygı
ve minnetle hatırlayacaklardır.

İstanbul’daki Meclis-i Mebusan 16 Mart 1920 günü işgal güçlerinin silahlı
saldırısına uğradığında bundan iki gün sonra 18 Martta Meclisin daha güvenli
bir yerde çalışmalarını sürdürmesi kararı alınmış ve sadece kırk gün sonra 23
Nisan 1920’de Ankara’da coşkulu bir törenle yeniden açılmıştır. Milletvekilleri
işgal güçlerinin saldırı ve engellemelerini de aşarak Ankara’ya ulaşmak için yollara
düşmüşlerdir, Sebîlürreşâd dergisini Ankara’da çıkarması için Mustafa Kemal
Paşa tarafından Ali Şükrü Bey aracılığıyla davet edilen Mehmet Akif de bir gün
gecikmeyle 24 Nisan günü Ankara’ya ulaşmıştır. Savaşı yöneten Gazi Mecliste Biga
ve Burdur mebusu olarak görev almış, Anadolu’yu görevli olarak dolaşıp Millî
Mücadele ruhunu canlı tutmuş ve en önemlisi yeni devletimizin âdeta kurucu
metni olarak kahraman ordumuza ithafen İstiklal Marşı’nı yazmıştır.

Horasan Erenlerinin Türkiye’deki büyük temsilcisi ve Ankara’mızın manevi
sahibi Hacı Bayram-ı Veli’nin şiiri hazırunun malumudur. “Nagehan ol şara vardım/
Ol şarı yapılır gördüm/ Ben dahi bile yapıldım/ Taş u toprak arasında” Mehmet
Akif de ondan beş yüz yıl sonra yine Ankara’da kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin
temeline kalbini koymuş, ona ruh ve mana harcı katmıştır. Vatanımızın kırlarını,
köylerini, kentlerini birbirine bağlayan görünmez bağ büyük ideal birliği ve bu
millet ruhudur, o ruh Ankara’da, yüce Meclisimizde tecelli etmiş, milletimizin
ortak büyük ülküsünü ve var olma kararlılığını altında toplanılan bir sancak gibi
dünya göklerine yükseltmiştir. Ankara şehri, işte bu yeniden kuruluşta “Esarete
hayır.” deme kahramanlığının karargâhı olmuş ve bu tarihî rolüyle başkent olma
şerefine erişmiştir.

Bugün İstiklal Marşı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Millî Marş
olarak alkışlarla kabul edilişinin 100’üncü yılını idrak ediyoruz. Devletimizin
âdeta şiirden yapılmış bayrağı olan İstiklal Marşı’nı ve kahraman şairi Mehmet
Akif Ersoy’u 2021 yılı boyunca başta Meclisimiz olmak üzere bütün devlet
kurumlarıyla ve milletçe anıyoruz, anmaya devam edeceğiz.

Mutlu bir örtüşme olarak 2021 yılı, aynı zamanda, Bilge Tonyukuk Anıtı’nın
dikilişinin de 1.300’üncü yılıdır. Orhun Anıtları’nın özeti gibi olan ve Bilge Kağan’ın
bizzat yazdığı “Türk-Oğuz Beyleri, milleti, işitin. Üstte mavi gök çökmese, altta
kara yer delinmese, senin ilini, töreni kim bozabilir.” cümlesindeki sesleniş İstiklal
Marşı’mızda “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” biçiminde ifadesini
bulmuştur.

Yine, 2021 yılı, Türkiye’nin önerisiyle UNESCO tarafından Selçuklu dönemi
Türk aydınlarından üç büyük şahsiyet için anma yılı olarak ilan edilmiştir. 2020 yılı
büyük Türk şairi Yunus Emre’nin vefatının 700’üncü, Ahmed Yesevî müritlerinden
Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin vefatının 750’nci ve Türk esnaf teşkilatlanmasının
kurucu öncüsü Ahî Evran’ın da doğumunun 850’nci yıl dönümüdür. Bu yıl
vesilesiyle Ahî Evran, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre ve Mehmet Akif ’le ilgili olarak
yapılacak kıymetli çalışmalar cumhuriyetin ilanının 100’üncü yılına yaklaşırken
onu nice yüzyıllara taşıma azim ve kararlılığımızın da bir yansıması olacaktır.
2021 yılı için bir diğer anma ve kutlama konusu da Sultan Alparslan
komutasındaki Türk ordusunun 1071’de kazandığı Büyük Malazgirt Zaferi’nin
950’nci yıl dönümü oluşur. Bu büyük zaferle Anadolu ve Rumeli ebedi yurdumuz
olmuş ve onun her karışını güzelim evler, konaklar, çarşılar, köprüler, kervansaraylar,
dârüşşifâlar, medreseler, ulu camiler ve bin bir çeşit vakıf eserleriyle donatmışızdır
çünkü Alparslan’ın ordusu üstat Necip Fazıl’ın “Ardında çil çil kubbeler serpen
ordu” dediği ordunun ta kendisidir. Bu sebeple Malazgirt Zaferi’nin 950’nci yılı

Prof. Dr. Mustafa Şentop da eserler verilerek, filmler, belgeseller çekilerek, bilimsel ve sanat çalışmalarıyla kutlanmalıdır. Bizle, ben ve benim kuşağımdan insanlar o tarihte hayatta olamayacağız belki fakat bundan elli yıl sonra 2071’de çocuklarımız ve torunlarımız Malazgirt
Zaferi’nin 1.000’inci yılını da şanla ve şerefle kutlayacaklardır inşallah. (Alkışlar)
Bu sebeple 2021 yılı bize bugünleri bahşeden bu dili, bu vatanı, bu kimliği bize
miras bırakan atalarımızın saygın şahsiyetlerini bilimsel, sanatsal ve kültürel
etkinliklerle anmak için büyük bir fırsat yılıdır. Millî, kültürel mirasın bize
aktarıldığı gibi bizler tarafından da çocuklarımıza ve gençlerimize bir kere daha
aktarımı millî ve vatani bir görevdir.

Tabii bu aktarımın bakım ve onarımla, yer yer yenilemeyle yaşaması için onu
canlı tutacak unsurları sağlamayla ve mümkünse üstüne bir şeyler eklemeyle
mutlaka bir katkı sunmayla kısacası dirilişçi bir anlayışla yapılması gerekir,
yoksa kültürel mirasın kuşaktan kuşağa yüzyıldan yüzyıla aktarımı bir fotokopi
makinesi mantığıyla olamaz, üzerine hiçbir şey koymadan aktarırsanız aktarılan
miras gittikçe zayıflar, sönükleşir, anlamını ve işlevini yitirir, sonunda silinip yok
olmaya mahkûm olur. Diriliş, ölümsüz ruhun daima yeni zamanlarda Akif ’in
veciz ifadesiyle asrın idrakiyle yenilenmiş biçimlerle filizlenip boy vermesi,
Yunus’un ifadesiyle her dem yeniden doğmasıdır. İşte Mehmet Akif Ersoy’un
şahsında andığımız ilim ve gönül insanlarımızın, sanatçılarımızın, şairlerimizin
büyük önemi buradan kaynaklanmaktadır. Biliyor ve inanıyoruz ki Kâşgarlı
Mahmut’un Divanü Lûgat-it-Türk, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig eserleri
gibi Manas, Köroğlu, Sarı Saltuk, Gazi destanları gibi, Dede Korkut, Yunus Emre,
Hacı Bektaş veli gibi dilimizi, millî ülkümüzü, medeniyet düzeyine yükselmiş
kültürümüzü hem yapan hem yaşatan metinlerin altın zincirine Mehmet Akif ’in
Safahat’ı da eklenmiştir. Her yüzyılda yüce milletimizin evlatlarından daima yeni
âlimlerin, ilmin ve sanatın her alanında büyük düşünürlerin, şairlerin, sanatçıların
çıkacağına ve milletimizin devletiyle ebediyen hür ve bağımsız yaşayacağına olan
inancım tamdır. “Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet / Hakkıdır, Hakk’a
tapan milletimin istiklâl!”